Patron Doğanlar

siir

Allah nasip etti patron olarak doğdum. Halimiz vaktimiz yerindeydi ve bütün çocukluğum boyunca işçilikten çok patronluk öğretildi bana. Yuvadan ayrıldıktan sonrada çalıştığım yerlerin ya en üst düzey yöneticisi, ya da sahibi oldum hep. Her zaman “işçinin hakkını teri kurumadan vereceksin”, “altında çalışanları işçin olarak değil iş arkadaşın olarak göreceksin” gibi sözler çınladı kulağımda. Oysa sonradan patron olanlar kendilerini patrondan çok komutan veya Tanrı zannederler. İşçileri onların köleleridir. Doğru ya onlar işçiyken az ezilmemiştir, şimdi de altındakileri ezmelidirler. Bu tip ezik patronlar hayatları boyunca ezik kalırlar. Kendileri öğle yemeğinde lahmacunları, kebapları höpür hupur yerken işçiler tabldotla yetinirler. Utanmaz, arlanmaz insanlardır bunlar, kişilikleri hayatları boyunca düzelemeyecektir. Sadece iş yerinde de değil, aynı eziyeti evde de karılarına devam ettirirler. Genellikle doğudan gelmiş bu tiplerin kafaları biraz kel olup her zaman sinirlidirler ve yamuk burunları her zaman için kafa atma hissini uyandırmıştır bende.

2003 yılında Mecidiyeköy’de arkadaşlarımla bir ev tutmuştuk. Teraslı meraslı hoş bir evdi, evi çok sevdiğimizden hafta sonları arkadaşlarla eve aksesuarlar bakardık hep. Bir hafta sonu gözüme çarpan “herşey bir milyoncu” mağazalardan birine girdim belki ilginç birşey bulabilirim ümidiyle. Gariban olduğu belli ama su yeşili gözleriyle son derece çekici olan tezgahtar kız yaklaştı yanıma, su gibi güzel sesiyle “yardımcı olabilir miyim” dedi. Sırf o kızın gözleri ve sesi yüzünden tüm dükkanı satın alabileceğimi bildiğimden nazikçe reddettim yardım talebini. Kızda peki diyip dükkanın diğer köşesine gitti. Arada bir kızla gözgöze gelip gülüşüyorduk. Kızı uzak köşeye yollamama rağmen kızın gözlerinin etkisiyle elim kolum bir yığın gereksiz ve nahoş aksesuarla dolmuştu. Kasaya doğru yöneldim,kız yanıma yaklaştı, yine o durgun sular kadar güzel ve sakin gülümsemesiyle elimdekileri tek tek alıp kasaya koyuyordu. Ne olduysa oldu ve o sırada elimdeki bir masa saatini kasaya koyarken elinden düşürdü. Dandik çin malı porselen masa saati tuzla buz oldu tabii dakikasında. Patronu önce bana baktı, düzgün kıyafetim filan yemediğinden olsa gerek kıza doğru döndü ve ağza alınmayacak küfürler etmeye başladı kıza. Başımdan kaynar sular dökülmüş gibi oldu, patronunun boğazına sarılıp Ulan Allahsız herif, altı üstü bir milyonluk saat, senin tüm dükkanın kırılsa ne kadar ederle başlayıp Türk dilinde bilinen ne kadar küfür varsa hepsini sıraladıktan sonra “senin ciğerin bile bu kadar etmez” diyip 20 milyon fırlatıp çıkmıştım. O sinirle ağladığımı hatırlıyorum, sonra duvarları kapıları tekmeleyip yumrukladığımı… Birgün sonra aynı dükkana gittiğimde kızı işten kovmuştu, bana diğer şubeye gönderdik dedi, ama biliyorum o şerefsiz , zavallı kızı işten kovmuştu. Minnacık kızdan para bekleyen babasından belki de öldüresiye dayak yiyeceğini bilmesine rağmen kovmuştu. O gün içimdeki insan sevgisinin tüm insanlara olmadığını anlamıştım. Daha sonra benim de kovulmasında payım olduğunu düşünüp içim sızladı ama o kızı bir daha bulup yardım edemedim.

Bu talihsiz anıyı bu şiir sayesinde hatırladım;

Güzel kadınları severim.
İşçi kadınları da severim.
Güzel işçi kadınları daha çok severim.

Orhan Veli Kanık

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık