Bugün birkez daha geçmişimle yüzleşirken geçmişimin henüz benim için geçmediğini farkettim. Özlediğim, unutmadığım,kızdığım, sevdiğim ve içimde biriktirdiğim şeyleri yaşamaya devam ediyormuşum meğer.
Bu bir sevgilinin dolduramayacağı bir boşluktu. Kendimi onun kahramanı sanıyordum. Her saniyemi onunla geçirmek, onun o güzel gülümsemesi için ömrümü harcamak istiyordum. Oysa o bunu acemi bir aşığın çırpınışları sanıyordu. Gözümde bir aşktan çok daha yüce bir yerde olduğunu anlamakta zorlanıyordu. Bu düşüncelerini hissediyor, yokmuş gibi davranıyordum. Her şeyin yoluna gireceğine ve bir gün beni anlayabileceğini umuyordum.
Anlamadı. Aramıza sonradan giren bir timsahın gözyaşlarına inandı. Uğrunda harcadığım o kadar emeği, paylaştığımız o kadar güzel duyguyu bir kalemde siliverdi. Hazırdım onun için savaşmaya her zaman ki gibi, oysa yel değirmenleriyle savaşan don kişot kadar çaresiz ve anlamsızdı bu savaşım. Onun kalbinde ve beyninde çoktan zehirli tohumlar ekilmiş ve simsiyah deve dikenleri filizlenmeye başlamıştı bile. Ne zaman yaklaşmaya çalışsam o dikenlere çarpıyordum. Kanıyordum. Benliğim oluk oluk akıyordu açtığı yaramdan. Eksiliyordum, bitiyordum. Bir köşeye çekilip eski günlerle avunmaktan başka çare bırakmıyordu. Çırpındıkça daha hızlı batıyor, hem ona hem kendime zarar veriyordum. Sonra vazgeçtim yaşamaktan… Nefes alıp verecektim sadece, onunla bütünleştirdiğim bütün güzel duyguların dünyada olmadığına inanıp kendime içi bir boş hayat yaratacaktım.
Yarattım da. Dost kapılarımı kimseye açmadan kapalı kapılar ardında bir hayat sürdüm. Tam 7 sene. Hiç kimse, hiç bir şey olmayacaktı onun yerinde… Hatta onun için çektiğim acılar bile.
Dostumdu…
Gitmişti…
Bitmemişti…